Bu konuyu tartışmaya başlamadan önce geçmişten günümüze yapılan mimarlık tanımlarına bir göz atmak gerekiyor. Milattan önce 1. Yüzyılda yaşayan Vitruvius “De Architectura” adlı kitabında başarılı bir mimarlık için gerekli üç bileşenden söz etmiştir. “Firmitas, Utilitas, Venustas” yani “sağlamlık, kullanışlılık, güzellik” anlamına gelen bu üç bileşen daha sonra yerini Rönesans İtalya’sında “Comodità, Perpetuità, Bellézza” yani “kullanışlılık, süreklilik-kalıcılık, güzellik”e bırakmıştır. Giorgio Vasari’ye göre mimarlık, resim ve heykel en güzel sanatlardır. Daha sonra da bu üçü “Güzel Sanatlar” başlığı altında toplanmışlardır.
Mimarlık bir “yapı bilimi” olarak tanımlanırken aynı dönemlerde Sir Henri Watton amatör bir eleştirmenken kaleme aldığı “The Elements of Architecture” kitabında yine “kullanışlılık, sağlamlık ve güzellik” tanımına yer vermişti. Çağımızın mimarlık kuramcılarının en değerlilerinden Roberto Masiero ise daha sonraki yıllarda mimarlık için şu ifadeleri kullanmıştır: “Estetik; mimarlığı, mimetik olan ya da olmayan sanat, plastik sanat, mekanik sanat, maddeyi kendine tabi kılan sanat, nesnel sanat, ilk sanat, işlevsel sanat, etik sanat, yaşam için sanat, soyutlama sanatı şeklinde adlandırarak her zaman için ona özgül bir alan açmanın yollarını aramıştır.”
Öte yandan sanatın sınıflandırılması ve mimarlığın konumu üzerine filozofların da çalışmaları olmuştur. Immanuel Kant sanatı, estetik sanat ve mekanik sanat olarak iki gruba ayırmış, mimarlık ve heykeli estetik sanatın alt dalı olan plastik sanatlar içerisine koymuştur. W. Friedrich Hegel ise mimarlığı simgesel bir sanat kabul etmiştir ve “Mimarlık, bütün sanatların anasıdır” ifadesini kullanmıştır.
Mimarlığın tanımı 19. Yüzyılda değişmeye başlamıştı. İngiliz eleştirmen John Ruskin mimarlığın yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığını dile getirmiştir. 20. Yüzyıl mimarlık kuramcılarından Bruno Zevi ise “İç mekânı, kentsel mekânı, ekonomik, toplumsal, entelektüel, teknik, işlevsel, mekânsal dekoratif değerleri ile coşku ve hayranlık yaratan yapı, mimarlık yapıtıdır.” şeklinde konuşmuştur.
Betonarmenin babası kabul ettiğimiz Auguste Perret için mimarlık, mekânı örgütleme sanatıdır. Frank Lloyd Wright ise bu tanımı alıp “Mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır” şekline dönüştürmüştür. Frank Lloyd Wright’a göre, “her büyük mimar-kaçınılmaz olarak- büyük bir şairdir. Zamanını, gününü, çağını yansıtmanın büyük bir özgün yorumcusu olmak zorundadır.”
Türk yazar Mehmet Yılmaz ise İslam’da Mimar ve Şehir kitabında şu cümlelere yer vermiştir: “Alman mimar Ludwig Mies Van der Rohe’nin ‘Asra hâkim olan zihniyet mimarî vasıtasıyla mekâna dönüşür’ şeklinde özetlediği sanattır. Bu noktadan hareketle kişinin iç dünyasını en iyi yansıtan sanat dallarından biridir mimari. Ancak diğer sanatlardan ayrılan bir yönü vardır. Mimari sizi de şekillendirir. Şehirlerdeki yüksek plazalar, AVM’ler, bankalar zamanla kapitalist bir anlayışa sevk eder insanı. Bir heykeli beğenmediğinizde bakmayabilirsiniz, bir müziği dinlemeyebilirsiniz ancak belli mimari tarzın yansıdığı şehrinizde yaşamayı, farkındalığı göz ardı edemezsiniz.”
Bütün bu tanımlamalara baktığımız zaman görüyoruz ki, eski tarihlerden bugünlere kadar sanat sınıflandırmalarının hepsinde “mimarlık” varlığı değişmeyen bir kavram. Aynı şekilde, mimarlığa ilişkin tanımların içerisinde de hep “sanat” ve “tasarım” var. Tasarım söz konusu olduğu için dolayısıyla mimarlık; resimde, heykelde, müzikte olduğu gibi salt sanattan ibaret değil. İçerisinde işlev var, teknoloji var, bunların sanatla yoğrulması var ve hiç kuşkusuz, estetiğin girdiği her yerde olduğu gibi mimarlıkta da sanat var. İçerisinde sanatsal bir boyut olmayan bir yapı kesinlikle bir mimarlık ürünü olarak düşünülmemelidir. Mimarlık; yapıları tasarlama ve inşa etme sanatı ve bilimidir.
Yorum yapabilmek için öncelikle üye girişi yapmalısınız.